🏅 Yaşar Nuri Öztürk Ruhlar Alemi

iUQMl. Yaşar Nuri Öztürk, kendisine en ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, aramızdan erken ayrıldı. Bir ömür boyu, dini siyaset ve ticaret aracı haline getirmek isteyenlerle mücadele eden Öztürk’ün yeri kolay kolay dolmayacak. Hoca aramızdan ayrılırken Türkiye’nin kendi tarihi tecrübesiyle yanıtladığı şu soru yine gündemdeydi - İslam ile demokrasi birlikte yaşayabilir mi? Soru siyasal İslamın uygulamalarının doğurduğu boğucu hava yüzünden bir kez daha gündeme gelmişti. Oysa, Yaşar Nuri Öztürk bu sorunun cevabını çok kez, ayrıntılarıyla açıklayarak vermişti. Din ile siyaseti birbirlerinden ayırdınız mı İslam ile demokrasinin bir arada yaşaması pek de âlâ mümkündü. Lafı dolandırmanın âlemi yok. Kısacası laikliğin kurallarına uyulması halinde, İslam ile demokrasi pek de âlâ bağdaşabilirlerdi. Türkiye Cumhuriyeti bir dönem bu gerçeğin kanıtı olarak durdu karşımızda. Ama sonra din tacirleri rejiminin Öztürk Hoca’nın zihinlerimize kazıdığı deyimiyle, insanları Allah ile aldatma girişimleri sonucunda yeniden tereddütler doğdu. *** 20. yüzyılda Atatürk’ün ülkesi Türkiye İslam ile demokrasinin bağdaşabilir olduğunun canlı örneğiydi, 21. yüzyılda Burgiba’nın Tunus’u bayrağı devraldı. Tunus’un En Nahda partisinin lideri Raşid Gannuşi partisinin geçen ay yapılan kongresinde, din ile siyasetin birbirlerinden ayrılacağını, bundan böyle politik çizgilerinin bu olacağını ilan etti. Son kongrede genel kurulun yüzde 75 oranında destek verdiği Gannuşi’nin bu düşüncesini En Nahda yaşama geçirebilirse Tunus, demokrasi yolunda ilerleyecektir. Türkiye’de de demokrasinin yeniden kurulması ancak laiklikle mümkündür. Laiklik ve demokrasi ile İslamın bağdaşabileceğinin en çarpıcı, en parlak örneklerinden biriydi Yaşar Nuri Hoca. O, kimi din bezirgânlarının ileri sürdüklerinin tersine, Müslüman laik çekişmesinin olmadığını, asıl çekişmenin Allah ile aldatan din tacirleri ile demokratlar arasında olduğunun kanıtıydı. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin kurucuları arasında yer alan ve bu kurumda Kurucu Dekan olarak görev yapan Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’de son yıllarda dinin çürütüldüğünü, buna ancak Atatürk aydınlığının engel olabileceğini, din bezirgânlarının bu yüzden sürekli Atatürk’e saldırdıklarını belirtmişti. Yaşar Nuri Öztürk’ün düşüncelerini izleyenler, gerçekten inanmış kişilerin, dinin çürütülmesi girişimlerine karşı mücadele etmelerinin zorunlu olduğunu anlarlardı. *** Bütün bu nitelikleriyle Yaşar Nuri Öztürk’ün CHP ile birlikteliğinin uzun sürmemiş olması düşündürücüdür. Şurası bir gerçektir ki, Yaşar Nuri Öztürk, bugünkü CHP gibi mahcup laik değil, Allah ile kandıranlara cepheden saldıran açık ve yürekli bir laikti. Yaşananlar göstermiştir ki demokrasiyi korumak için bugünkü CHP yönetimine egemen olan “aman biz de, dindar görünelim, bize dinsiz dememeleri için fazla sesimizi çıkarmayalım!” türü mahcup laiklik değil, açık cesur savunmada kalan değil, sömürü, soygun ve talanın üstüne üstüne giden yürekli laiklik şarttır. Unutmayalım ki, din tacirleri ve avaneleri dini değil, soygunu savunmaktadırlar. Ama ne yazık ki CHP bu gerçeği görememekte, 1947’den bu yana Allah ile aldatanların oyununa düşmektedir. Yaşar Nuri Öztürk konuşmalarıyla, Allah ile aldatanların güçlerinin yalnız kendilerinden değil, aynı zamanda mahcup laiklerin zayıflıklarından da kaynaklandığını göstermiştir. Yaşar Nuri ÖZTÜRKSon yıllarda açık yüreklilikle ve ısrarla gündeme getirdiğimiz gerçek din - sahte din ayrımı’’ münasebetiyle, ülkemiz ve insanlarımız açısından çok hayati bazı gerçekler ortaya çıktı. Bu gerçekleri az-çok bilenler elbette vardı, ama bu kez, geniş kitleleri bilgilendirecek gelişmeler oldu. Bunların en önemlisi, bence Türkiye'de bir ruhban sınıfının hatta saltanatının oluşmuş bulunduğunun ve bunun, Türkiye'nin bilimsel, düşünsel, dinsel hatta siyasal ve hukuksal kaderine egemen olma noktasına geldiğinin gün ışığına satırların yazarı, bu gerçeğin yıllardan beri farkında olanlardan biridir. Çünkü yıllardan beri amansız ve acımasız bir ruhban-engizisyon zulmünün mağdurudur. Ne acı kaderdir bu! Ülkenin, dinden çoktan istifa etmiş binlerce insanını dinin içine çeken, onları dinle yeniden kucaklaştıran bir adam, dini yaymak ve yüceltmek istediğini iddia edenlerin zulümlerine maruz kalmaktadır. Yalnız bu fenomen bile çok zalim bir engizisyon-ruhban kahrının pençesinde olduğumuzu göstermeye bu ruhban ekiplerin gerçekten din ve Allah rızası’’ diye bir kaygıları olsaydı, akıl da din de bilir ki, alkışlayıp övecekleri ilk insan ben olurdum. Ama ruhban saltanatının kaygısı din değil, dini maske yaparak egonun iştahlarına tatmin imkánı tanrısal gerçeğin zamanüstü kaynağı Kuran'dan belgelemeye geçerken, dinim, ülkem ve insanlık adına bir kez daha tekrarlamak isterim ki, Türkiye'de amansız ve acımasız bir ruhban egemenliği kurulmuş bulunmaktadır ve Türkiye'nin en dikenli acılarının arka planında bu egemenliğin heveslerinin yarattığı son yıllardaki olaylarla açıkça ruhbanlık ve nedir ruhban zulmü?Bugüne değin, açık bir biçimde telaffuz etmediğim çünkü zulüm biter diye ümitleniyordum bu kavram, eserlerimde, genellikle saltanat dinciliği’’ olarak ifade edilmiştir. Ruhbanlık, Kuran'ın verilerine dayanılarak şöyle tanımlanabilir Dünyevi menfaat ve hükümranlık elde etmek üzere, dinin mukaddeslerini, politika ve çıkarlara ters düşenleri etkisiz kılmak üzere işletmek ve bunun finansmanını, yine dinin mukaddeslerini kullanarak, o dinin mensuplarına yaptırmak sanatının göre, ruhban saltanatı dine ve müminlere zulüm olduğu kadar bir insanlık suçudur da... Çünkü bu suç, konuşma ve savunma imkánlarını, Allah adına’’ karşısındakine teslim etmiş insanlara kötülük şeklinde işlenir. İnsanlık tarihinin hiçbir barbarlığı, hiçbir terörü, hiçbir dehşeti ruhbanlık zulmü kadar ağır ve ürpertici olamaz. Bu suç Mehmet Akif'in ölümssüz ifadesiyle Allah ile iskát edilen’’ yani Allah paravan yapılarak susturulan saf ve temiz insanlara karşı işlenmekte ve daha acısı, finansmanı da o mazlumlara yaptırılmaktadır. Yani zulmü işleyenler için ne risk vardır ne de harcama!..Şimdi Kuran'a bakalım Kuran, ruhbanlıkla ilgili tespitlerini ürpertici bir üslupla yapmıştır1. Ruhbanlık, Allah tarafından dine konmuş bir kurum ve kavram değildir; onu dine, dini ve Allah'ı temsil iddiasıyla ortaya çıkan ekipler sokmuşlardır. Hadid Suresi, 27.2. Ruhban ekiplerin büyük çoğunluğu, insanların mallarını, sizi Allah'a götüreceğiz!’’ diyerek çeşitli oyun ve manipülasyonlarla tıka basa yerler ve sonunda da kitleleri Allah'tan uzaklaştırırlar. Tevbe Suresi, 34.3. Ruhban ekipler günün birinde, Allah'ın yanına ilave edilen rabler’’ yani yedek ilahlar konumuna getirilir Tevbe, 31. Cenab-ı Peygamber bu rableştirme’’nin nasıl vücut bulduğunu ifadeye koyarken şöyle buyurmuştur Dini temsil ettiğini söyleyenlerin çirkin gördüğünü haram, sevimli gördüğünü helal ilan etmek, onları rabler haline getirmektir.’’Muazzez Peygamberimizin bu sözü, ruhban zulmünü tanımada hareket noktasıdır. Ruhban zalimleri, din adına iyi-kötü, siyah-beyaz, cennet-cehennem, helal-haram hükümlerinin kendi ağızlarından çıkan kelimelere bağlı olarak belirlenmesini din’’ yaparlar. Bu ruhban dinine karşı çıkış, derece derece, zındıklık veya káfirlik olarak damgalanır. Araştırma, tartışma, müzakere, kitap, kaynak, insan hakları, değişen şartlar gibi kavramların ruhban lügatinde yeri yoktur. Ya ona teslim olursun, yahut da günün ve menfaatlerin gerektirdiği bir şekil ve tabirle dindışı ilan ve Hz. Muhammed öğretisinin verilerine dayanarak tespit ettiğimiz bu ruhban anlayış ve zulmü, son yıllarda, ülkemizde en acımasız şekliyle uygulamaya konmuştur. Yaşar Nuri ÖZTÜRKO hep bizimle... O halde, biz de hep onunlayız. Sorun, bu beraberliğin farkında olup olmamak noktasında ortaya teologlar, özellikle İslam-Hıristiyan ilişkileri üzerinde duranlar, İslam'ı bir kurallar yığını olarak göstermekte, İnsan-Allah arası direkt kalp ilişkisi sadece Hıristiyanlık'ta vardır’’ demektedirler. Hatta İslam'a bakışında en insaflı oryantalist sayılan Fransız Massignon bile bu kategorinin dışında değildir. Bu yazar İslam tarihinde Allah - insan arası direkt kalp ilişkisi Hz. Muhammed'den 300 sene sonra Hallac-ı Mansur ile gerçekleşmiştir’’ görüşünü ortaya atarak bir Müslüman'ı bağlı olduğu peygamberin üstüne çıkarmak gibi bir saçmalık Kerim'i şöyle bir okuyan, rahatlıkla görür ki, insanın özüyle Yaratıcı'nın aynılığını hareket noktası almak, Kuran'ın temel yaklaşımlarından Allah arasında, insan esas benliği olan özüyle düşünürsek, parça-bütün ilişkisi vardır. İnsan Allah'ın ruhundan bir nefestir’’ Hicr, 29. Ve insanın bedeni bu ölümsüz özü taşıyan bir binektir hadis. Bir başka deyimle, ölümsüz olan insan özüyle Yaratıcı Kudret'in birliği esastır. Bu yüzden Kuran, insanın Yaratıcı'ya yaklaştıkça kendi öz benliğine yaklaştığını ısrarla belirtir. Ve bu yüzden, tasavvuf düşüncesine göre, insanın birey ve toplum olarak mutluluğuyla Allah'a yakınlık arasında doğru orantı dinin, ahlákın ve olgun insan gerçeğinin temelinde Allah'la her an beraber olma’’ bilincini görmektedir. Bazı örnekler verelim Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldamakta olduğunu da biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.’’ Kaf, 16 Ve Aralarında fısıldaşan üç kişinin dördüncüsü, beş kişinin altıncısı o Allah'tır. Sayıları bundan az veya çok da olsa Allah onlarla her yerde beraberdir. Sonra onlara yapmış olduklarını açık açık haber verecektir.’’ Mücadile, 7 Ve Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir.’’ Hadid, 4 Hz. Peygamber, bu Kuran'sal gerçeği ifadeye koyarken şöyle diyor Her an, Allah'ı görüyormuşsun gibi davran.’’ Kuran'ın bu anlayışının uzantılarından biri de şudur İnsan özüyle Allah arasında, bu demektir ki, parçayla bütün arasında ezelden bir anlaşma vardır. Kuran buna misak diyor. Ve Kuran bu misak'ı Allah-insan ilişkilerinin bireysel, toplumsal ve evrensel bütün boyutlarının dayanağı sayıyor. O halde insan, varlık bünyesinde iğreti, başkasının aracılığına muhtaç, kaderi ipotek altında, güçsüz, zavallı bir yaratık değil, varlık ve oluşun yaratıcı ve yönlendirici gücüyle aynılığı olan bir parça-yaratıcıdır. Burada temel espri şudur İnsan bütün yüceliğine rağmen Allah değildir. Çünkü insan, parçadır. Bu demektir ki, Allah, insana ruhundan üflemesine rağmen aşkınlığını korumaktadır. Ve insan, varlık bünyesinde en seçkin yere oturmuş olmasına rağmen parçalığını, yaratılmışlığını sürekli bizimle oluşu ve bizim her an O'nunla beraberlik şuurunu taşımamız gerektiği gerçeği, pratikte iki sonuç ortaya koymaktadırHer şeyden önce, din hayatı bu Yaratıcı'yla beraberlik’’ şuurunu gerçekleştirmeye yöneliktir. Kuran'ın kurtuluşun, ölümsüzlüğün esassı gördüğü iman işte budur. Peygamberlerin temel davaları da bu bilinci insan hayatına kazandırmak olmuştur. Dinde, her peygamber döneminde ayrı bir biçim ve görüntü kazanan kurallar ve yükümlülükler, bu temel gayenin elde edilmesine yönelik araçlardır. Bu yüzdendir ki, İslam insanı, niyetlerinin bir toplamı olarak görür ve niyetsiz davranışa, istenmeden veya baskıyla gerçekleştirilen fiillere hiçbir değer tanımaz. Özgürce benimseme ve serbest niyetin ürünü olmayan davranışlardan fiil ve harekete dönüşmeyen niyet daha üstündür. Yaratıcı hareket, özgür niyet ve kararla birleşen aksiyondur. Kalıp ve kural yönünden en mükemmel görüntüyü de sergilese, hür istek ve şuurdan uzak olan davranış, yaratıcı değildir. Bu yüzden dinde zorlama ve baskı yoktur.’’ Bakara, 256. Ve bu yüzden İslam, yapısı bakımından özgürlük ve yaratıcılık ifade eden düşünceyi, bilinçsiz ibadetten üstün tutmuştur. Hz. Peygamber'in şu sözü, bu yaklaşımı burcuna oturtmaktadır Bilginin uykusu, bilinçsizlik ve bilgisizliğe yenik düşen cahilin ibadetinden değerlidir.’’Sonuç olarak bize şah damarımızdan daha yakın’’ olan ve bize ruhundan bir nefes vermiş bulunan Yaratıcı Kudret düşünce, bilim ve güzellik üretiminde beynimize, gönlümüze, kalemimize, fırçamıza, kelimelerimize, laboratuvarımıza ve çekicimize katılmaktadır. Veya, bütün bunlarla biz O'nun yaratan, yapıp-eden faaliyetine veya böyle, Allah her an bizimle... İnsana düşen, bu beraberliğin bilincine varıp onu, hayatı ve dünyayı güzelleştirmek için değerlendirmektir.Aşk, Tanrı'dan gebedir, bu varlık álemi ise aşktan gebe. Dünyada ne varsa hepsinin canı aşktır.’’M. Celáleddin Rumi Yaşar Nuri Öztürk 22 Haziran 1945 tarihinde Trabzon’un Sürmene ilçesinde dünyaya gelmiştir. Bayburtlu bir anne, Trabzon Sürmeneli olan bir babanın evladı olan Öztürk İslam felsefesi profesörüdür. İslam felsefesi profesörlüğünün yanında hukukçu kimliğiyle de öne çıkmış bir şahsiyettir. Avukat olması dolayısıyla bu kimliği kazanmıştır. Hem ülke çapında, hem de dünya çapında adını “İslam profesörü” kimliği altında duyurmuştur. Yıllarca medya sektöründe de yer alan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gazeteci olarak da anılmaktadır. Bugüne kadar fazlaca kitap yazan Yaşar Nuri Öztürk’ün yabancı dillere çevrilmiş bir çok kitabı bulunmaktadır. Kur-an’ı Kerim’in mealini yapan ender kişiliklerden birisidir. Bu bağlamda Kur’an’ın hiç yorum katılmadan çevirisini ilk olarak kendisinin yaptığı bilinmektedir. Öztürk bütün bu özelliklerinin yanında siyasete de atılarak adından söz ettirmiştir. Kendisi Halkın Yükselişi Partisi’nin kurucusudur. Ancak ilerleyen dönemlerde aktif siyaset hayatını Ve Öğrenim HayatıProf. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ilk ve en iyi hocasının babası olduğunu sürekli vurgulamaktadır. Nitekim ilk eğitimini babası tarafından Kur’an okutularak almıştır ve 9 yaşında hafız olma başarısını elde etmiştir. Daha sonra 10 yıllık medrese eğitimi alarak geleceği için ilk adımlarını atmıştır. Öztürk ilahiyat ve hukuk eğitimlerini tamamladıktan sonra 1970 yılında “Son Havadis” gazetesinde dini yazılar kaleme yıl boyunca imamlık ve vaizlik yapan Öztürk 1980 senesinde “İslam Felsefesi” konulu doktorasını bitirerek 1986 senesinde yine bu dalda doçent olma hakkını elde etmiştir. Türkiye’deki üniversitelerde hem öğretim üyesi, hem de dekan olarak toplam 26 yıl aktif görevler alan Yaşar Nuri Öztürk İslam, insan, insan hakları konuları bağlamında bir çok kez konferanslar YaşamıProf Dr. Yaşar Nuri Öztürk 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi’nden İstanbul milletvekili seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmiştir. İlerleyen zamanlarda çeşitli sebeplerle bu partiden istifa ederek 16 Şubat 2005 tarihinde Halkın Yükselişi Partisi’ni kurmuştur. Emperyalizme karşı söylemleriyle siyaset yapan Öztürk, partisini genel başkan olarak 2007 yılındaki genel seçimlere ve 2009 yılındaki yerel seçimlere sokmuştur. 12 Ocak 2008 senesinde Hürparti’yi, Halkın Yükselişi Partisi’nin bünyesine katmıştır. Ardından 19 Ekim 2009 tarihinde üniversiteye yeteri kadar vakit ayıramadığını gerekçe göstererek Halkın Yükselişi Partisi’nin genel başkanlığından istifa Çelik

yaşar nuri öztürk ruhlar alemi